Bu Blogda Ara

6 Eylül 2013 Cuma

Şeytanın varlığına gerçekten inanıyor musun ?

Çoğumuz küçük yaştan şeytan ve meleklerin varlığına inandık. İnandık derken inanmamız gerektiğini anladık. Ardından büyüdük ve kimimiz ateist oldu kimimiz dindar kimimiz tasavvuf kimimiz cemaat ehli.

Peki şeytan ve meleklere ve onların var olduklarına dair inancınız ne durumda?

Yani gerçekten şeytanın varlığına vesveselerine bir olayda müdahil olduklarına cidden inanıyor muyuz ?

Ben inanmıyor muşum. Ta ki ağabeyimle bu konuda rastgele konuşurken hayatımın bir bölümünü kafamda şeytanın sesleri ile ve buna neden olan kafa karışıklığı ile beraber yaşadığımı anlayana kadar.

Nasıl mı oldu. Bizim bilader  dedi ki insan hep nötr gezer bir taraftan ilahi yardım irade sana doğruyu fısıldarken diğer yandan şeytan yanlışa doğru götürür çağırır ve seni oyalar.


Ben bir düşündüm şu güne kadar ne kadar da şeytana kulak verip onun kafamı karıştırmama kulak vermişim. Aslında ben insanın kafasının içinde sadece ilahi sesi duyucağını şeytanın aklın içine giremeyeceğini insanın kafasını karıştıramayacağını düşünürdüm.

Ama yanılmışım, yanılmışım çünkü ilahi sesler yanlış söyleyemez bile bile zarar verdirecek şeyler istemez. Onların kendi kafa karışıklığım olduğunu ve kafa karışıklığının da benim kontrolümde olduğunu düşünürken bi fark ettim ki meğer aklımın içinde bir de şeytanın sesi varmış.

Ve aslında sınav mücadele yapacak bir şeyin olması sorumluluğun olması bir tehdit tahdit veya sorun değil bir uğraş ve meşgale ispat edilecek bir hayat imiş. Güzel miş yani sorumluluk sahibi olmak insanı mutmain edecek tek şeymiş.

Velhasılı kelam insan gerçekten farketmeden şeytana uyup bir ömür geçirebilir farkında olmadan ne yaptığının.

Şeytanı ve kafa karışıklıklarını iyi okumak ve ilahi sesi tanıyıp ona kulak vermek gerek. Yoksa on yıl sonra bi bakarsın ki buraya şeytan önde sen arkada gelmişsin.!

25 Ocak 2013 Cuma

Bir Başörtülü ’nün Gizli Çifte Hayatı


Hoca sınıftan örtünme hikâyelerini paylaşmalarını istediğinde birçok el havaya kalktı. Arkadaşlarım ellerini kaldırırken onların yüzündeki istekli ve şevkli ifadeyi görebiliyordum.
Kızını örtünme konusunda eğiten arkadaşın hikâyesi özellikle hoşuma gitmişti. O kardeş İslam'da örtünmenin anlamı, güzelliği ve önemini vurgulamıştı. Dahası, o kardeş kızına örtünmek isteyip istemediği konusunda seçim hakkı vermişti, ne de olsa bu da bir çeşit ibadetti ve kişinin içinden gelmesi gerekliydi. 9/11'den iki gün sonra 10 yaşındaki kızı örtünmek istemişti, çünkü insanların onun müslüman olduğunu bilmesini istiyordu.
Hikâyesini paylaşan her kardeş örtünme kararını kendisi almıştı. Herkes, ben hariç....
Ben yerimde güvensiz bir şekilde oturuyordum. Benim örtünme hikâyem onlarınkine hiç benzemiyordu.  Aslına bakarsanız, tam tersiydi. Ben başında örtünmekten nefret etmiş ve hor görmüştüm. Örtünmeyi hemen kanıksayamadığım için ben şimdi kötü bir müslüman mıyım? Elimi havaya kaldırırken titremeye başladı. Bir parçam hocamın benim ince narin elimi fark etmemesi için dua ediyordu. Fakat hocam direk bana döndü ve gülümsedi. Konuşmamı istiyordu.
Kendime çok istekli olduğum için kızdım. Paranoyak ve korkmuş bir haldeydim birçok göz tarafından ve özellikle öğretmenimin gözünde yargılanmaktan korkuyordum. Hikâyemi anlatmaya başlarken sesim titremeye başlamıştı.
Buraya geldiğimde 10 yaşındaydım. Uçaktan indiğimizde annem beni lavaboya götürdü ve kafama bir örtüyü sarıverdi.  Sarı noktalı siyah bir örtüydü. Daha önce hiç giymemiştim. Bunu neden giyiyorum? diye sordum. Başörtümü iyice kafama geçirirken "Burası Amerika ve bundan sonra örtünmek zorundasın dedi annem“. Daha fazla soru sormamaya karar vermiştim.
Her yerde örtünmek zorundaydım. 5. sınıftayken sınıfa girdiğimde herkesin yüzündeki garip ifadeyi farketmiştim. Bir çocuk "O başındaki şeyi neden giyiyorsun" diye sordu. “Bir cevabım yoktu. Teneffüste futbol oynadı sınıf. Hava çok sıcak ve nemliydi. "O şeyi çıkartabilir misin?” dedi sınıf arkadaşım Kathy yüzünde bir tiksintiyle "Terlisin ve kokuyorsun". Onun diğer kızlara benim bir "terli canavar" olduğumu söylediğini duyabiliyordum. O andan sonra kızlar benden uzak duracaktı.
Eve gittim. Alışılmadık bir şekilde suskundum o gün. Sonunda "Neden örtünmek zorundayım tekrar“ diye sordum. Annem bir süreliğine sessiz kaldı. "Allah emrettiği ve bu onu mutlu ettiği için örtünüyorsun" dedi. Fakat ben nasıl olurda bir bez parçası Allah'ı mutlu eder diye anlamadım. Nihayetinde resmen at gibi terliyordum yani.
"Bunu çıkarabilir miyim Anne ?" "Örtünmek istemiyorum artık" dedim. Konuşmanın tonu bir anda değişmişti. "Tabii ki HAYIR" Cehennemde yanmak mı istiyorsun". Eğer Allah'a uymazsan cehenneme gidersin" diye azarladı Annem. Ben tabii ki de cehenneme gitmek istemiyordum. Fakat ne demek istediğini anlamamıştım. Yine, daha fazla soru sormamaya karar vermiştim.
Böylece çifte bir hayat yaşamaya başladım. Evdeyken kendimi itaatkâr bir kız olarak sunuyor, okuldayken başörtümü çıkarıyordum. Fakat bazı günler suçluluk duygusuyla başörtüsü takmaya devam ettim. Ancak çoğu zaman başörtüsü takmaktan nefret ediyordum. Örtünün ne anlama geldiğini hiç anlamamıştım. Bütün problemlerimi başörtüsüne bağlar olmuştum.
Bum!!! Bir patlama, bir kaçak, bir yangın tatbikatı? Neydi o ses? Bu olduğunda ben sosyal bilgiler sınıfındaydım. Hocam sınıfa geri geldiğinde yüzündeki korkuyu görebiliyordum. Hocam sınıftan toplanmasını istediğinde sesindeki aciliyeti farketmek mümkündü. Bir sıra yaptık ve spor salonuna kadar hocamızı takip ettik. Bütün okul oradaydı. Ne olduğunu bilmiyorduk. İki uçak ikiz kulelere çarpmıştı. "Washington'a bile saldırılmış" dedi soluk benizli bir çocuk. Aman Allah'ım! Pentagon vurulmuş.“ Pentagon bizim okuldan 10 dakika uzakta! "Babam orada çalışıyor!" diye bağırdı kırmızı saçlı bir kız. 

11 Eylül olaylarının sonrası bütün millet için zordu benim için de.

11 Eylül'den sonra okula gitmek benim için korkutucuydu. Bir de başörtüsü ile gitmek daha zordu. Çirkin bakışlar alıyordum. İnsanların bana baktığını ve birbirlerine bir şeyler fısıldadıklarını gördüm. Bir çocuk bilerek üstüme yürüdüğünde ben sınıfıma gidiyordum. Bütün kitaplarım yere düştü. "Sen Müslümansın bu senin suçun”. "Sen Usame'nin kızısın” diye bana sataştı.

Irak savaşı başladığında da bu durum daha iyiye gitmemişti. “Saddam Hüseyin’in kızı! Ülkene geri dön” diye bağırdılar. Biliyordum. Bu başörtüm yüzündendi. Beni diğerlerinden ayıran buydu. Bu benim Müslümanlığımı gösteren şeydi. Bu acı verici şeyleri daha fazla duymak istemiyordum. Bu yüzden ailem bilmeden okula hep başörtüsüz gitmeye başladım.

Başörtüsü takmadığım annemin kulağına bir şekilde gitmişti. Annem çok sinirliydi. Elinde demir bir sopa vardı ve bana doğru olup olmadığını sordu. Hemen reddettim çünkü eğer çifte hayatımı kabul etseydim beni o demir sopa ile döveceğini biliyordum.

Evde işler daha sıkı yürümeye başladı. Annem sınıftaki kızlardan benim başörtüsü giydiğimden emin olmak için yardım istedi. Hiçbir seçeneğim yoktu. Liseden mezun olana kadar başörtüsü giymek zorundaydım.

Üniversiteye gittim ve çifte hayatım orada da devam etti. Bazen ortama girmek için başörtümü çıkarıyordum. Fakat gittikçe daha fazla arada kalıyordum. Benim kimliğim neydi? Ben kimdim? Ben başörtülü bir kız mıydım? Ya da başörtüsüz, başı açık? Ya da her ikisi? Cevabı bulmak çok kolay olmadı.

2. sene bitti ve yaz başladı. Çok şiddetli rüyalar görmeye başlamıştım. Bir gece rüyamda cennete yükseliyor bir sürü yıldızın arasında uçuyordum. Bütün vücudumu titreten o müthiş enerjiyi hissettim. Bir güç ki çok kuvvetli, çok çekici ve çok ihtişamlı, anlatmaya kelime bulmak imkânsız. Terlemiş ve titrer bir şekilde uyandım.
Gecenin bir yarısıydı ve ay ışığı penceremi kaplamıştı. Banyoya gittim ve abdest aldım. O gece, ilk defa, kalktım ve samimi bir şekilde 2 rekât namaz kıldım ve Allah'a dua ettim. Hayatımı sonsuza kadar değiştireceğini düşünmediğim bir dua! "Eğer gerçekten dediğin gibi varsan bana yol göster". Eğer gerçekten merhametli ve şefkatli isen beni doğru yola çıkar! Günahkâr olduğumu biliyordum ve muhtemelen cehenneme gidecektim. Bütün hayatım boyunca bana hiçbir halta yaramadığım ve cehennemi hak ettiğim söylenmişti. Fakat ruhum Allah’ın beni gerçekten sevdiğini ve cehennemden daha büyük bir şeyi hak ettiğimi söyleyip duruyordu. Lütfen beni gerçeğe götür. Ve benim kalbimi en iyi karara yönelt. Ve seni daha iyi tanımama yardım et. Kendini bana göster çünkü senin gerçekten kim olduğunu bilmiyorum. Lütfen! diye yalvardım. Gözyaşlarım seccadeye sel oldu aktı…
 O beni saran enerjiyi hissettim. Allah'ın ümidini o gece hissetmiştim. Nihayet özgür olduğumu hissettim.

Sonra diğer gün Kuran'ı açtım. Ve Elhamdülillah ruhum bir uyandırma çağrısı almıştı. Rastgele bir sayfa açarken vücudum titredi. “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir” (Kuran, 33:59). O ayeti tekrar tekrar okudum ve sonunda kalbim tatmin olmuştu. O günden bu yana başörtüsü takıyorum. Ailem için değil. Toplum için değil. Sadece Allah için. Ve Onu sevdiğim için. Çok güzel ve değerli hissettim.  Çifte hayat yaşamayı bıraktım ve sonunda gerçek kimliğimi bulmuştum: Allah'ın kuluydum ben.
Hikâyemi sınıfa anlatmayı bitirdim. Sınıfın beni hor göreceğinden korkuyordum. Bir süreliğine sessizlik oldu ve hocam sonunda sordu. "Başörtüsünü takmak ve hayatının bir parçası olarak kabul etmek zor bir karar mıydı? Hayatımın en zor kararlarından biriydi" dedim hala titriyordum. Hocam bana gülümsedi ve "Senin dürüstlüğüne gerçekten saygı duyuyorum. Başörtüsü takmak çok zor bir seçim olabilir ve hikâyeni bizimle paylaştığın için sana teşekkür ediyorum” dedi.
Allah'a çok şükür. Allah'ımı bir kez daha tesbih ettim. Ben derse devam ederken Allah’ın sevgisini ve korumasını hala hissediyordum. 

28 Kasım 2012 Çarşamba

Dr. House ve mouse

Şimdi insanlar değişemez diyor Dr. House dizide. Değişmez de diyor ama o aslında değişemez demeye getiriyor.

                                            
İnsan niye değişsin? Kendisinden memnun olmadığı için. İnsan niye kendinden memnun olmaz? Diğerleri ona kötü hissettirdiği için? Diğerlerini kim yetkili yapmış insanları iyi hissettirme konusunda? Kimse.

Peki kimdir o zaman doğru insan güzel iyi sevimli sevecen, Kimse, peki ne olucak simdi,  hic bisey...





20 Mayıs 2012 Pazar

Sınırlı Hayata Sınırsız Ceza

Hayatımızın sınırlı kısıtlı ve kısırlılıklarla dolu olmasına rağmen ve bizim Kur'an'da aciz ve cahil zalim (Ahzab 72) gibi sıfatlarla nitelendirilmemize rağmen bizim çok zor olduğu için dağların kaldırmak istemediği  teşbih yapılmış (Aynı ayet Ahzab 72) sorumluluğu nasıl üstlendiğimiz sorusunun cevabı nedir?

Neden İnsan bu sorumluluğu yüklenmek istemiştir? Nasıl nerde ve ne zaman bu sorumluluğu almıştır. Eğer biz Adem (as) yaptığı hata nedeniyle dünyaya gönderildi isek o zaman bu sorumluluk ne zaman alınıp verilmiştir?

Biz acil cahil ve zalim isek neden sınv sonucu sonsuz bir ödül veya ceza oluyor?

Bu ve benzeri soruların cevabının tatmin edici şekilde verilmeden insanların bir bağlılığının olmasını beklemek tutarlı olmaz sanırsam. Bu karmaşaları bilmek insanların düşüncelerini tartışmasına müsaade edecek ortamlar oluşturmak önemlidir. Ne kadar çok soru soruluyor ve ne kadar cevap geliyor. Bugün ateist veya inanmayan insanlar bu soruları soruyor ve bunlar soru işareti olarak kalıyor değil mi?

Hoca size bir sınav yapıyor zorunlu seçim yok ve sınavın soruları zor ama siz biraz safsınız bilgisiz. Sınava girdiniz ama geçemediniz sonuç sonsuz ceza. Bu size biraz adaletsiz gelmezmiydi?

Hayatınız biraz da öyle değil mi? Ne kadar okursan oku ne kadar istersen iste mantık akıl ruh her ne ise onlarda sınırlı ve hayatın mantığını tam anlayamıyorsunuz en azından %100 değil bu durumda bir kumar oynar gibi nihai bir seçim yapacaksınız eğer müslümansan ne çeşit bir müslüman olacağına karar vereceksin? Eğer ateistsen neye inansam diye bir anlam arayışına çıkarsın. Eğer budist hristiyan veya başka dindensen ona göre.

Herkes birşeyler söyleyebilir bu konuda ama bir ağızdan çıkan şeyler var bir de hayatın gerçekleri var. İnsan hayatta kendi benimsediği mantaliteyi iş dine gelince uygulamıyor ve sadece tekrar ediyor ağzıyla. Mesela öss sınavını herkes adaletsiz bulur (belki bazıları bulmayabilir) ve bazıları yıllarını bu sınava yatırır. Ama hayat sınavı islama göre ebedi hayatın geçitidir. Buna inandığını söyleyen insan rahat gezebilir dünyada. Bu aslında bana göre herkesin sadece ağzıyla tekrar ettiği ve anlamak istemediği veya göz ardı ettiği gerçeğin onları aşırı derecede rahatsız etmesi ve eğer bu durum ile yüzleşilirse hayatın ne hale geleceğinin farkında olmalarından dolayıdır. Eğer ben gerçekten inanırsam ebedi cennet ve cehennem var hemde ben aciz ve cahilim zalimim (Kuran'da) aynı zamanda, nasıl bir ruh hali alır insanı bir hayat mümkün olur mu? Onurlu ve yaşanılabilir bir hayat?

dinin söylediği aslında hayatın güzel olması felan değildir bana göre, mutlu olmak huzurlu olmak felanda değildir insan böyle bir inanışla (ebedi cennet cehennem) mutluyum huzurluyum dahası böyle bir dünyada diyorsa bravo tebrik ederim ya bu cahillikten yada kendini gerçekten kandırmayı başarmış olmaktan.


Mutluluk arayışları anlamsız. Life is suffering, hayat acı çekmektir diye alıntı yaptı Tarık Ramazan hafta sonu geldiği konferansta. Bence bu hayattan kurtuluşu arıyor insan mutluluktan ziyade vesselam.




29 Nisan 2012 Pazar

Kendine Güven, Allah'a Dayan, Vesveseyi Görmezden Gel, Aklına UY!

Bu meseleyi ne zamandır yazmak istiyordum ama derslerden yoğunluktan ve kafayı toparlayamamaktan yazamamıştım. Şimdi yazıyorum.

Şahsiyetlerin en mühim meselelerinden birisi de bana kalırsa vesvese, kendine güven ve tevekkül meselesidir. Ben tevekkülü daha önce açıkladığımı düşünüyorum. Burada ise kendimize olan güveni, ve fikir ve davranışlarımızı etkileyen vesveseye değinmek istiyorum.

Bu yazı akademik bir yazı şeklinde olabilirdi fakat bunun böyle olmasını istemiyorum. Bu konu ile ilgili birçok sayfa ve yazı bulmak mümkün internette. Ben ise konuya tamamen kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak anladıklarımı yazmak istiyorum.

Vesvese insanın aklına zorla veya kişinin kendi isteği ile getirdiği fakat aklının bir yerlerinde bu düşüncenin gereksiz, anlamsız ve zararlı, meydan okuyan, kişinin şahsiyetine ve kazanımlarını hedef alan, aklındaki billurluğu bazen mükemmelik gerekçesiyle bazen de sado mazoşist sebeplerle bozmayı hedef alan negatif ve şahsın kendi çıkarlarına aykırı olan düşünceler ve saniyelik akılda gerçekleşen gel gitler olarak tanımlamak bence mümkündür.

Şimdi bir örnek vermem gerekirse çoğu insan arkadaşlarıyla yaptığı görüşmeden önemli bir iş toplantısından veya kendi önem addettiği bir diyalogdan sonra söylediği şeyleri gözden geçirir değerlendirir. Bu değerlendirme bir nebze faydalı olabilir eğer gelecekte, yapılan söylenen bir yanlış söz veya cevabı düzeltme imkanınız varsa.

Yoksa da düşünür insan da, bu düşüncenin akla hakim olmasından sonra pişmanlık veya kendine yönelik bir dakikalık veya anlık negative konuşmadan sonra bu durumu artık görmezden gelmesi ve unutması gereklidir. Çünkü yaşaması gereken pişmanlığı yaşamış kendine karşı negatif konuşmasını yapmış ve düzeltebilecek bir durumu hemen gözden geçirmiştir. Bundan sonra bu durumu tekrar düşünmek pişman olmaya devam etmek sürekli kendine negatif geri bildirim vermek kişiyi hayatından geri bırakır ve verim, motivasyon ve konsantrasyonunu çok önemli ölçüde düşürür.

Aklında bu durumun pişmanlığı veya ezikliği ile yaptığı diğer diyaloglar, işler, yaptığı yemek hatta sürülen bir araba bile gereken performanstan uzaktır. Gereksiz bir kendine olan güvende azalma ve dikkat dağınıklığı görülür. Hayata ve geçmişe dair pişmanlıklar tekrar günyüzüne çıkar. 'Keşke onunla hiç tanışmasaydım' veya nerden geldim ben buraya ya! gibi durumu kişinin genel pozisyonuna bağlayan genellemeler yapılır ve bu işi içinden daha da çıkılmaz hale getirir. Halbuki gerçekte işin tanışılan insan veya yaşanılan yer ile hiç alakası yoktur.

Bu iş insanın kendi içinde gerçekleşen adaleti sağlama hissi ile de ilintilidir aslında. Hataların bir bedeli olması gerektiği öğretilen insan kendi yaptıklarına da bir şekilde bedel ödettirmelidir. Mesela şu sözler tanıdıktır değil mi? ' Oh olsun bana kendim ettim, kendim buldum!' İnsan gerçekten böyle dedikten sonra kendini bir nebze daha iyi hisseder çünkü adalet sağlanmış hak yerini bulmuştur.

Peki nasıl oluyorda insan kendi kendinin düşmanı olabiliyor kendine acımasızlıkta ileri gidip hayatını kendi elleriyle olumsuza doğru götürüyor?

Bunun cevabını mükemmelliyetçilikte ve insanın gerekli olan olmayan, doğru olan olmayan veya yapılması gereken gerekmeyen ölçütlerinde aramak gerek. Eğer ben kendimi tanımıyor ve nasıl bir performansım olması gerektiği hakkında kendimle uyuşmayan ideal bir beklentim varsa bu durum, ortaya çıkan sonucun kişiye direk negatif olarak dönmesine sebep oluyor. Vesveselerde burada devreye girip kişiye neler yaptığını, asla başarılı olamayacağını ve her zaman kendini kötü hissetmesi gerektiğini insana aşılayarak bunu devamlı hala getiriyor.

Bu düşüncelerin arasında sıkışıp kaldınız mı? Kendinizi çaresiz mi hissediyorsunuz? Artık çıkış yolunun kapalı olduğunu vesveselerin hayatınızı kontrol ettiğini mi düşünüyorsunuz? 

O zaman fazla vakit kaybetmeden önce Allah'a dayanın ve duaya başlayın dua sırasında içinize gelen tüm vesveselere negatif geri bildirimlere ve hiç bir şey değişmeyecek diyen iç sese (şeytan veya nefs) karşı durup duanızı yapın. allah'tan bu durumdan sizi çıkarmasını isteyin. Çünkü herşeyin başı sonu ona bağlıdır sizin eforunuza değil. Sonra aklınızın bir yerlerinde sağduyunun ve kendi kişilik algınızın sesini dinlemeye çalışın. Ne kadar kötü olduğunuzu düşünürseniz düşünün veya zayıf aciz, kendinize hak verin ve kabul edin. İnsan kalkınmasının birinci yolunun eldeki malzemeyi kabul etmek ve ona göre davranmak olduğunu unutmayın. Çok mu alıngan ve çekingensiniz önce onu bir kabul edin öyle yaşayın baktınız bunu beğenmediniz değiştirmek için akıl neler söylüyor ona bakın. Kimse emeklemeden yürümüyor, bazen insan emeklemeyi beklemeden koşmak istiyor sonra düşüp yaralanıyor böyle bizim gibi.


Duygular ve oluşan karakter ne kadar aleyhinize olursa olsun eğer o sağduyu ve kendini bilmek denen şeyden biraz aklınızın bir ucunda bulunuyor ve siz  bir şeylerin yanlış ve bazı şeylerin doğru olduğu konusunda bir ışık görüyorsanız onu takip edin. Ama başlangıçta çok zor olacak.

Grup içinde konuşma sonra öğretmeninizle bir görüşme yapma, karşı cinsin doğa üstü özellikleri olduğuna inanma, vs bir sürü örnek verilebilir. Ben mesela insanlarla nasıl konuşmam gerekir diye düşünüp duruyordum ve benim sürekli konuşmaya katkı yapmam her denilenden sonra bir espri patlatmam gerektiğini düşünürdüm veya bu benim çizdiğim ideal görüşme şekliydi filmlerdeki gibi hani ;) ama bu durum beni aşırı strese sokup hızlı hızlı konuşmama ve kendimi tam net ifade edememe neden oluyordu. Şimdi bir beklentim yok herhangi bir muhabbetten nasıl giderse bende içimden geldiği gibi katkı yaparım.Bazen susmam gerekiyor ve bazen karşı çıkmam işte böyle olunca daha iyi hissediyorum.

İnsanın aslında idealleri yaşaması gerekmiyor. Kendini yaşamalı insan... Ancak o zaman aklın ve ruhun huzuru sağlanıyor kim ne derse desin...

28 Mart 2012 Çarşamba

Kendinle Barışık Olmak (Çeviri)

Bir an için bir müslümanın yaptığı hatadan dolayı çok üzgün olan diğer bir müslümanı fiziki ve sözlü olarak taciz ettiğini ve sizin de buna şahit olduğunuzu varsayın. Sizin tepkiniz davranışınız nasıl olurdu? Peki ya onun 'Sen bişeyi de doğru yapamazmısın seni salak' diye bağırdığını duyduğunuzu düşünün. Sonra ona vurduğunu ve her zaman herşeyi berbat ediyorsun dediğini. Kalbiniz atmaya başlar ve ezilene karşı büyük bir koruma kollama isteği duyardınız değil mi ve tam tersi duyguları da taciz edene karşı hissederdiniz? Doğal olan taciz edileni korumak ve onun yaralarını sarmak olurdu değil mi? Ona herkesin hata yaptığını ve her zaman değişme şansımız olduğunu söyleyerek onu biraz olsun iyi hissettirmeye çalışırız. Yaralı insana yaptığın yardım bittikten o duygu yavaş yavaş geçtikten sonra bunu yapan zalime karşı derin bir öfke duymaya başlarsın. Fakat o zalim sen de olabilirsin dostum evet sende olabilirsin.


Bu tutumu biz kendimize uygularız aslında. Ne zaman bir hata yapsak ve ne zaman beklentilerimiz olmasa aynı tepkileri kendimize gösteririz çoğu zaman. Kendimize o kadar kötü telkinlerde konuşmalarda bulunuruz ki bu kötü sözler yüreğimizde bir bıçağın açabileceği yaradan daha büyük yaralar açar. Negatif duygular ve nefret bizi hapsalır kendimizi çaresiz bırakana kadar nefsimize zulmetmeye devam ederiz. Peki diğer müslümanların hatalarına karşı çok merhemetli ve anlayışlı olmaya çalışırken nasıl oluyorda kendimiz en ufak bir hata yaptığımızda kendi öz nefsimize hiç tolerans tanımıyoruz. Diğer insanların kendilerine yaptıkları tacizi görürken her gün kendimize yaptığımız zulmü nasıl oluyorda görmüyoruz.


Kendimizi iyi hissetmediğimiz zamanlar olabilir. Aynı hataya sürekli düşmekten hayal kırıklığı içinde olabilir veya görevlerimizi yerine getirmediğimiz için sinirli olabiliriz. Bazen de karakterimizden hoşnut olmayabilir çok utangaç olduğumuzu düşünüp bir kafeste yaşıyormuş hissine kapılabiliriz. Bazende öfke bizi kontrol altına alabilir. Eğer hissettiğimiz şey bir engellenme veya hayal kırıklığı değilse kaygı olabilir. Bir çok insan kaygı probleminden dolayı sıkıntı yaşamaktadır. Bu kaygı gelecek veya bilinmeyen hakkında olabilir. Şartlar ne olursa olsun verdiğimiz reaksiyon genelde aynı olur. Kendimizi olumsuz konuşmalarla demoralize eder ve ondan sonra da berbat ve ümitsiz hissederiz. Ve her sefer yaptığımız hatadan sonra kendimize daha sert davranırız ki bir daha yapmayalım. Halbuki bu bizi daha depresif ve ümitsiz yapar. Bu kısır döngünün durması şart.
Huzurumuz mahveden faktörleri ve huzuru geri kazandıracak metotları yeniden keşfetmemiz gerekiyor.


Huzur Bozucular;




Geçmişe takılıp Kalmak


Bazı zamanlar olur insan geçmişte yaptığı hataları unutamaz. Bu söyledikleri veya yaptıkları şeylerden olabilir. Bütün zamanlarını yaptıkları hatalara pişman olarak geçirirler. Bazı insanlar diğer insanların yaptıklarını unutamaz. Merhamet göster affet, doğruyu emret, yanlış yolda olandan yüzünü çevir (Araf Suresi 199). Bu insanlar bir şekilde ya arkadaşları tarafından ya aileleri ya da eşleri tarafından yanlışa maruz kalmış insanlardır ve bu yanlışların ötesine gidemezler orada takılır kalırlar. İçlerindeki kine yapışır kalırlar ve bunu yapanları asla affetmeyeceklerine dair kendi kendilerine yemin ederler. Geçmişte kalıp orada yaşamaya devam etmek şimdikinin nimetlerini görmemizi onları takdir etmemizi engeller. Geçmişe takılıp kalarak ve diğer insanların yada kendilerinin yaptıkları hataları affetmeyerek, hakettikleri huzuru kendilerinden mahrum ederler. 


Gelecek Hakkındaki Endişe


Bazı insanlar var her dakikaları gelecek hakkında endişelenmekle geçiyor. Muhakkak biz insanı bir mücadele içinde yarattık ( Balad 4). 
'Ne zaman evleneceğim?' 'Sınavları geçebilecek miyim?' Bir işe girebilecek miyim? 'Çocuğum olacak mı? 'Hasta mı olacağım yoksa?' Bu tür sorular uzar da uzar hiç de bitmez. Bu tür endişeler şu anda elde ettiğimiz şeylerin değerini anlayamamıza sebep oluyor ne yazık ki. 




Karşılaştırma Yapma


İnsanların huzurunu bozan diğer faktör ise kendini diğer insanlarla karşılaştırmaktır. Bazıları diğer insanların etkileyici dış görüntüsüne bakarak kendilerini, ailelerini ve çocuklarını yetersiz hissederler. Her şahıs bir yekündür. Bütün toplamı kabul etmelisin. Bir insanın dış görünüşüne aldanıyor olabilirsin fakat kalbinin ne kadar hastalık dolu olduğunu göremeyebilirsin. Diğer insanların zenginliği seni etkiliyor olabilir öte yanda sen onların ne tür sınavlarla karşılaştığını bilmiyorsun bile. ... size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Enamm 165
Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan dolayı üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol. .Hicr 88. Ne zaman karşılaştırma yapmaya kalksak mutsuz ve tedirgin oluyoruz. Elde ettiklerimiz değilde elimizde olmayanlar geliyor aklımıza hep.


Peygamberimizin de söylediği gibi insanlar iki türlü insana gıpta etmeli. Biri malını Allah yolunda harcayabilene, diğeri ise Kuran'ı öğreten ve onu gece gündüz okuyana. 






Başına Gelenler 'Kadere' İsyan 


Yapılabilecek en kötü şeylerden birisi de kendi hayatını ve alın yazısını reddetmek ve kabullenememektir. Kontrol edemediğimiz şeylerin hep aleyhde olduğunu düşünüp kadere, alın yazısına, Allaha isyan etmek bizi hayatımızdan ve değerlerimizden alır götürür, depresyon ve bunalımın pençesine bırakır. Hayatının doğru gitmediğini ve başına gelenleri haketmediğini düşünüyorsun öyle değil mi? Peki ya başına gelenler güzel iyi normal olsaydı bunları haketmiş mi olacaktın? Ne yaptık ki biz hakediyoruz? Neyi nasıl hangi ölçüte göre 'hakediyoruz'? Allah dünyayı ve etrafındaki her türlü yaratığı ve bitkiyi insanlar için yaratmış uygun hale getirmiş. Bunu mu hakettik? Ne yaptık da hakedelim? Bu sorular ve başımıza gelen kötü sandığımız şeylerin aslında bizi hayra götürebilecek birer vesile olduğunu anlasak bize daha faydalı olabileceklerine inanıyorum. Zor belki yapmak yaşamak ama bir kez anladı mı insan, gerisi geliyor. Kendi hayatımdan örnek verecek olursam, İngiltere'ye geldiğimde bu sene hayatımın en zor sıkıntılı zamanlarını yaşadım, ama sonra hacca gittim. Mutlu oldum ve Allah'a şükr ettim. Eğer başıma o kadar kötü olaylar gelmeseydi hacca gitmeyecektim. Sonra da Allah'ı daha iyi bilemeyecektim. Bazen sıçramak için dibe varmak gerekiyor. Bu da öyle işte. Başınıza gelenlerin ne kadar kötü olduğuna bakıp da sorun yapmayın. Sabretmekten sonra hep Allah size yollarını açıyor. 


Huzuru Bulmanın Yolları yakında... dedik ve geldi öyle çok uzun bir yazı beklemeyin zira huzurun formulu çok açık; 


Allah'a dayanıp ona güvenmek her şeyden önce onu tanımak onu anmak. Tevekkül etmek ve başımıza gelenlerden dolayı kendimizi suçlamayı bırakmak zaten yapılması gerektiğini düşündüğümüz şeyi yaptığımızda (dikkat edin doğru şeyi, elimizden geleni veya en iyisini yaptığımızda değil) doğru olanı yapmışızdır yani Allah biz doğru olanı yaptığımızı düşündüğümüzde bizim yanımızdadır niyetimiz iyi yapmak değil mi sonuçta insanız yanlışı doğruyu bazen kestiremiyoruz ve geleceği öngörmek bazen zor yani siz niyetinizi halis tutun ve gerisini düşünmeyin ne olursa... İşte bu bence huzurun formulü...













14 Mart 2012 Çarşamba

Kendin Olmak Zordur?

Kendin olmak zordur? Kendin olduğunda insanların seni tiye alacağını hafife alacağını seni dikkate değer görmeyeceğini bilmek veya düşünmek daha zordur. Herkesin kasıntı kasıntı birbirine rol yaptığını aslında herkesin içinde fırtınalar olduğunu zayıflıkları ve acizlikleri olduğunu bildiği halde nasıl kendilerini süper on numara herşeyi iyi yaparım hatasızım ben ya tarzında nasıl piyasaya çıkarttıklarını görmek daha bi tiksinti vericidir.

İnsanların kendileri olmaktan bu kadar korkutulduğu bir dünyada psikolojik sorunlar elbette artacaktır. Halbuki İslam her türlü karaktere ve insan anlayışına kucak açmış insanların zayıflıklarını ve acizliklerini bilmeleri gerektiğini söyleyerek kasım kasım kasılmanın saçma olduğunu ima etmiştir.

Şimdi mesele çok boyutlu olduğu için bir noktaya odaklanmak gerekli. Bence o da insanın her zaman süper olmazsa iş tutmayacağı beğenilmeyeceği anlayışıdır. Halbuki senin rahatlığını kendiliğinden oluşunu gören insanlar bu durumda ders çıkarıp hoşlarına gidebilir. Dışarda hala oynanan bu tiyatronun yanlış olduğunu düşünen çok insan var. Oyunu bırakıp gerçek hayata geçmek biraz bedele mal olabilir ama insan işte bunu yapmazsa da gerçek insan olamaz zira Allah böyle istiyor. Ey insan seni Kerim olan Rabbine karşı aldatan nedir? Sen kimi kandırıyon yani insanları kandır tamam da Allah sana şah damarından daha yakın onu nasıl kandıracaksın. Yanlış yaptığında suçu başkasına yıktın bu dünyada. Arkaşına sinirlendin evde eşini dövdün öyle atlattın sonra haksız yere suçladın insanları ama öğrenince özür dileyemedin gururun yetmedi. Sonra insanların zayıflıklarını ve yanlışlıklarını söylemeye gelince pek aceleci ama olumlu yanlarını işlerini görünce taltif etmede teşekkür etmede pek yavaş davrandın. İnsanların hepsi aynı olduğu için hadi görmediler, Allah gösterince nasıl olacak. Kaş göz hareketleri bile sorgulanacak ahrette, nasıl atlayacak bu oyunları Allah sizce.

Aslında Allah'da herkese değişik karakter vermiş özellik vermiş ki sınavı ve hikmeti görülsün. Allah bizim kendimizi yaşamamızı ve gerekiyorsa değiştirmemizi istiyor. Yoksa rol oynayıp kasıntı takılıp sürekli iyi süper çocuk oynamamızı değil.

Neyse insanlar kendi olmakda ısrar etmeliler ne kadar sıkıcı, banal, düşük veya olumsuz olursa olsun bu bütün hayatını bir prens veya prensesi (farklı versiyonlar olabilir) oynayarak geciren ama aslında sadece orta sınıf bir ailenin öğretmen çocuğu olan ve daha pet şişedeki buzlu suyun buzunun o şişeye nasıl girdiğini anlayamayan biri olmaktan iyidir.